İSLÂM’IN MODASI TAKVADIR

Bugün sizlerle gerek dünyanın, özellikle de Türkiye’deki Müslümanların son günlerde gündemi olan bir mevzuyu, tesettür mevzuunu müzakere edeceğiz. Cenâbı Hak tesirini halkeylesin.

Televizyonlarda, gazetelerde takip ediyorsanız belki görüyorsunuz. Son senelerde Avrupa’da peçenin, çarşafın, İslâm’a uygun şekilde örtünmenin yasaklanması… Yurdumuzda, Türkiye’mizde de 28 Şubat’tan sonra örtünün, kamusal alan denilen resmi kurum ve kuruluşlardan hatta özerk olan üniversitelere varıncaya kadar çıkartılması… Son günlerde de belli sendikaların bir teşebbüste bulunup serbest kıyafeti özellikle okullara ve tabi kamuya yaygınlaştırmak istemesi... Belki niyetleri halis Allah razı olsun, muvaffak kılsın, duacıyız. “Serbest kıyafet” başlığı altında örtülü bayanların/öğretmenlerin de okullara örtülü gidebilmesi, örtülü avukatların mahkemelere örtülü girebilmesi, doktorların hastanelerde başlarını örtebilmesi vesaire… Örtü noktasında bir gayret var, gündemde tutuluyor. Uzun zamandan beri de Türkiye’nin değişik vilayetlerinde örtü eylemi yapılıyor. Özellikle Sakarya’da ısrarla bunu devam ettiriyorlar. 

Tabi bu işin vardığı, varacağı netice ne olacak? Başlangıcından günümüze kadar geldiğimiz nokta nedir? Özgürlük gibi görünen başörtüsünün serbest olması gerçekten bir özgürlük mü? Bugün örtü diye bilinen ve milletin yırtındığı, çırpındığı adına türban dedikleri örtünme aracı gerçekte tesettür mü? 

Sözde türban geçmişte siyaseten başlatıldı ama bizde bir söz var; “Köyün başında bir yalan söyledim dibine indim ben de inandım.” şimdi o hale geldik ki türbana razı olduk, Müslümanlar olarak bize ölümü gösterip hastalığa razı ettiler. Biz de türbanı benimsedik, türbanı tutup tesettürü attık. Acaba türban tesettür müdür? Tesettür ile türban arasındaki fark nedir? Bugün üniversitelerde veyahut kamuda türban diye taktıkları şey gerçekten Allah’ın emrettiği örtü müdür? Allah böyle örtünmemizi mi istiyor? Bugün sizlerle kısaca bu konuyu işleyelim. Çünkü içimizde genç yavrularımız, genç bacılarımız var, belki üniversiteye devam eden, belki kamuda görev yapan hizmetli bacılarımız var. Bunlar da meselenin gerçek yüzünü anlamış olsunlar. Biz de bu gündeme bir yerden katılmış, meseleyi değerlendirmiş olalım…

Biliyorsunuz biz Müslüman olduğumuz için meselelerimizde hep İslâm’dan esinlenme, İslâm’dan kaynaklanma, İslâm’dan beslenme durumundayız. Buna mecburuz. Dedik ya biz Müslümanız ve biz Allah’ın kuluyuz. Dolayısıyla kulluğun gereği Allah’ın emrinin dışında bir şey yapamayız, yapmamalıyız. Eğer O Allah’a inanıyorsak ve O’na teslimsek yapamayız. O’nun emrinin dışında bir şey yapamayız. Cenâbı Hak bize hayat düsturlarını Kur’ân-ı Kerim’de adeta madde madde sunarken; Kur’ân’da hayatımızın olması gereken şeklini bildirirken, tafsilatlı bir şekilde de Hz. Muhammed Aleyhi’s-selam’ı bize vitrin olarak gönderiyor ve gösteriyor. Kur’ân’da bildirilen bütün hakikatlerin uygulayıcısı olarak Sultanu’l-Enbiya’yı ve bayanlarla ilgili mevzularda da O’nun ailesine, Efendimiz’in hanımlarına hitâp ederek İslâm hanımlarının nasıl olması gerektiğini bildiriyor ve onların yaşantısıyla da net bir şekilde bize gösteriyor. Biz şunu bilmeliyiz ki biz hiçbir konuda kendi başımıza muhtar değiliz. Arzuladığımız şekilde yapamayız. Emredildiği şekilde yapmakla yükümlüyüz. 

Meselelerimizi Allah’ın emrinde, Sultanu’l-Enbiya’nın yaşantısında olduğu gibi yapmakla yükümlüyüz. Böyle olduğuna inanıyoruz, kabul ediyoruz. Ama bir dezavantajımız var. Nedir o? Ismarlama din taşıyoruz. Bizim dinimiz birilerinin cebinde, anlayışında olmak zorunda. Niye? Biz Kitab’ı açtığımızda Kitab’la konuşamıyoruz. Biz Allah Resûlü’nün sünnetini elimize aldığımızda onu anlamıyoruz. Ahir zaman Müslümanları olarak bizi öyle bir hale getirmişler ki sevap tüccarına döndürmüşler. Düşünce sistemimizi, düşünme yeteneğimizi dumura uğratmışlar. Şunu yaparsan bu kadar sevap, bunu yaparsan bu kadar sevap. Bütün alışverişimiz sevap için. Hakikat namına pek alıp verdiğimiz, düşündüğümüz meseleler yok. 

Ismarlama din dedik, işte bu noktada devreye tarikatlar, âlimler girdi, cemaatler, İslâmî anlamda basın, yayın; neşredilen gazetedir, dergidir, mecmuadır sözde İslâmî eserler, İslâmî radyolar girdi, üniversite camiasından profesörler, kanaat önderleri girdi. Artık aklınıza gelebilecek bu konuda sözde etkili ve yetkili kimler varsa bu ısmarlama dini bize satmak için gayrete giriştiler. Ve her biri -lâ teşbih- bir heykeltıraş gibi dinin ötesini berisini yontmaya çalıştılar. Kendi içlerindeki din olgusunu, anlayışını âdeta bizim üzerimizde şekillendirmek istediler. 

Mesela biri çıktı dedi ki: “Örtü iman esası değil, teferruattır, gerek yok.” Biri çıktı dedi ki: “Örtünmedenmurad sadece vücudun belli yerleridir, bunun dışındaki yerler açık olsa da önemli değil.” Biri çıktı dedi ki: “Saç da örtüdür, başka bir örtüye gerek yok.” Bunları hep din adına söylediler. 

Biz de ister istemez, meselenin özünü bilemediğimizden bunlardan birine inanmak, birinin dediğini dinlemek zorundaydık. Bizim nefsimize hangisi uygun geldiyse, nefsimiz hangisine tamam dediyse biz ona uyduk, böyleymiş dedik. Filan hocaefendi bu konuyu böyle anlatıyor, filan cemaat böyle söylüyor dedik, mesele bitti. Aslında içimizde bir rahatsızlık var, bunun yanlış olduğunu biz de biliyoruz. Bizim memlekette bir söz vardır; “Aklın yok yok da burnunun delikleri de mi yok, koku da mı alamıyorsun?” derler. Burnumuzun deliği var, cahil olsak da imanımız var. Bizi rahatsız eden yönler olsa da nefsimizin hoşuna gittiği için eyvallah dedik ve suçu o hocaefendiye, o cemaate, o yayını yapan kurum ve kuruluşlara havale ettik. 

Peki, ettik de bitti mi? Hayır. Madalyonun bir de öbür yüzü, “ahiret” var. Haşr var, hesap var ve İslâm bize diyor ki cehalet mazeret değil. Sen burada; “Ben bilmiyordum, o hocaefendiyi dinledim.” diyebilirsin, bunu burada söyleyebilirsin. Yarın mahkeme-i kübrada bunu mazeret olarak sunamazsın. Çünkü sen “Ben Müslümanım!” diyorsun ve bu din senin. Öyleyse bu dinin gerçeğini öğrenmek zorundasın. Sen derin derin araştıramayabilir, detaylara inemeyebilir, bu kaynaklara sahip olamayabilirsin. Cenâbı Hak işini kolaylaştırıyor ve Bismillah;

“Lekad kâne lekum fî Resûlillâhi usvetun hasenetun... - Sizin için bütün güzellikler, ölçüler, nizamlar Sultanu’l-Enbiya’dadır.” buyuruyor...

“Muhakkak ki…” kasemle bunu bildiriyor Mevlâmız, Hz. Muhammed (asv) sizin için usve-i hasene, bütün güzelliklerin, Allah’ın razı olduğu, Allah’ın sizden istediği her şeyin numunesidir, örneğidir. Öyleyse sen Muhammed’e bakacaksın başka yapacağın bir şey yok.

Sen âlim, muhaddis, müfessir, fukaha değilsin. Eyvallah. Ama sen ümmeti Muhammed’densin. Senin Hatice gibi, Aişe gibi, Fatıma gibi anaların var. Sen niye o anaları bıraktın da “first lady”lere uydun? 

Bak günümüzde örtünün de ismi değişti “türban” oldu. Türban şekilleri de isimlendirildi kavakçı başı oldu, söğütçü başı oldu neyse… Allah emri olmaktan çıktı birilerinin başı oldu. 

Bakın şekilleri kimler belirledi? Hâlbuki Cenâbı Hak Ahzab Sûresi’nde, Nur Sûresi’nde, Nisa Sûresi’nde, İsra Sûresi’nde bayanın olması gereken şekilleri tarif ediyor. Sen hiç buralara baktın, buraları inceledin mi? Hayır. 

Yine son günlerde televizyon kanallarında boy gösteriyorlar sözde hoca sıfatlı kabzımal kılıklı bel’amlar, adeta kanalların kadrolu memurları, aboneleri olmuşlar, çıkıyor, örtü hakkında konuşuyorlar; “Efendim Müslüman bayan itici olmamalı, örtüsü ile çekici olmalı…” Ne anlarsınız bundan? Bir bayanın çekici olması için ne yapması lazım? “İtici örtü”, “çekici örtü” aradaki farkı anlayabiliyor musunuz? 

Cenâbı Hak bayanlara cahiliye teberrücünü men etmiyor mu Kur’ân-ı Kerim’de? Cahiliye adetleri üzere giyinmeyin. Yürürken ayaklarınızı yerlere vurarak, ziynetlerinizin seslerini duyurarak çekici olmayın, seslerinizle teberrüc yapmayın. 

Biliyorsunuz Medine-i Münevvere’de örtü emri nazil olduktan sonra bu emir Müslüman annelerimize, o günün İslâm hanımlarına buyrulduğunda hiç tereddütsüz, hepsi Allah’ın emrettiği şekilde örtündüler. Hatta rivayetlerde öyle deniyor ki bir anda Medine sokaklarını sanki siyah kuşlar kuşatmış gibi bayanların hepsi birden siyaha büründü. Sanki bütün Medine sokaklarını siyah kırlangıçlar kuşatmış gibi oldu.

Âişe annemizin Hafsa isminde bir yeğeni ziyaretine geliyor. Üstünde şeffaf, ince bir örtü var. Şimdi biz Anadolu tabiri ile yaşmak diyoruz. Yaşmaklar ince. Eskiden gelinler o yaşmağı örterlerdi ama hem saçları görünür, hem gerdanları görünür, hem kulaklarındaki ziynetler görünürdü. Böyle bir yaşmakla Hafsa annemiz, Âişe annemizi ziyarete geliyor. Efendimiz’in de Hafsa isminde bir ailesi var onunla karıştırmayın. Hz. Âişe yeğeninin üstünde o örtüyü görünce birden celalleniyor, hiddetleniyor: “Sen Müslüman mısın?” diyor. Peygamber hanımı, ümmetin annesi ve İslâm’da yedi büyük müçtehitten/fetva makamından birisi, Âişe… “Sen Müslüman mısın?” Yeğeni; “Ben İslâm’dan çıkacak ne yaptım ki? Ne yaptım da bana sen Müslüman mısın diye soruyorsun?” diyor. Âişe annemiz: “Sen Allah’ın Nur Sûresi’nde kadınların nasıl örtünmesi gerektiğini emrettiği ayeti okumadın mı hiç?” diyor ve başındaki o ince örtüyü parçalıyor ve gidip içeriden kalın ve büyük bir örtü getiriyor onunla yeğenini örtüyor…

Acaba bugünün Müslüman kadınları!… İnşaallah bugünün kadınları da türbanlarını yırtar tesettüre geçerler. Bunu ümit edelim, ümitvar olmak lazım, “Lâ taknetu mi’r-rahmetillah - Ümidinizi kesmeyin.” buyuruyor Allah.

Bacılar! Bugün sistemin baskısı, rejim, yasak vesaire dedik, değişik kılıflar bulduk. Bunları şöyle bir tarafa bırakalım. Müslümanlar olarak, bizim geldiğimiz nokta neresi? Örtüyü biz tesettür olmaktan çıkarıp, sadece bayanın saçlarını örten bir başörtüsüne, bir mendile dönüştürdük. Sanki Allah’ın emri bu. Bir örtü ile başımızı örttük, kamusal alanda böyle; kalan yerler, vücudun diğer yerleri… Bakın dışarıdakilere, Allah için, çırılçıplaklar. Çıplaklardan daha tahrik ediciler. 

Ve biz örtüyü modalaştırdık. Takva ölçüsü olmaktan, takva örtüsü olmaktan çıkardık. “Allah sizi takva ile örttü.” buyuruyor Cenâbı Hak ayeti kerimede; takva ne idi? Takva Allah’tan korkmaktı, biz bu korkuyu aştık. Örtüyü takva olmaktan çıkardık modalaştırdık. Bakın televizyonlarda örtü reklamları yapılıyor bilmem ne eşarpları diye. Bana geliyor ki sanki şarapları diyorlar. 

Örtü modalaştı, yetmedi, örtünün defilelerini yapmaya başladık. Podyumlarda örtülü kızları mankenleştirip erkeklere sunmaya başladık. Bunun adı ne? Tesettür defilesi… Ve bu, Müslüman bayanlara çok cazip geldi. Bu defileler televizyonlara çıktı kanallardan yayınlandı. Bu oyunları, bu hezeyanları mukaddes, mübarek kelimelerle isimlendirdik. Tekbir, vahdet gibi İslâmî ifadeler kullanarak bunları kamuya sunmaya çalıştık. Müslüman bir bayan deniz kenarında, plajda ne giyecek? Bunların reklamları yapılır oldu. Haşema reklamı, bununla denize girsin. Bunu gazetelere verdik. Cazip geldi bize, İslâmî haşema. İslâmî damgasını verdiğimiz şeyler sanki hemen İslâmlaşıyor. İslâmî haşama, İslâmî defile, İslâmî tesettür… Bayanlarımız İslâm adına, örtü adına çıplaklardan daha çıplak oldular, özür diliyorum deve kuşuna döndüler; gövdeleri dışarıda, başları toprağa gömülü. Başlarını örttüler, ya diğer bedenleri… 

Pantolon aldı, yürüdü… Pantolonun üstüne basenini örtecek kadar tunik denilen elbiselerle sokağa çıkmaya başladık. Dar, vücudun bütün hatlarını, göğüsleri, kalçaları, bacakları belli eden elbiseler. Rengârenk, süslü, nakışlı dolamalar; o dolamalara uygun göz, dudak boyaları, makyajlar... Ne adına bunlar? Tesettür adına, türbanla bütünleşsin. Peki, bu Allah’ın emri mi? Allah böyle mi örtünmemizi emrediyor? Bakın bunu yapan Müslümanlar. Rejim bizi böyle bir şeye zorlamadı. Biz bizi zorladık. Birbirimize bakarak bu hale geldik. 

Sahabi annelerimiz dışarıya çıkacakları zaman ağızlarına taş koyarlardı, konuşmayalım; ellerine âsâ alır, bellerini kamburlaştırırlardı genç olduğumuz belli olmasın diye. Bugünün bayanları… Çok özür diliyorum, mikrofona ihtiyaç yok. Şurada konuşsun Erzurum’un öbür başında dinle. Maaşallah camdan cama bağırmalar, camdan çocuklarına, birbirlerine seslenmeler, o kahkahalar, sokakta bir şeyler yemeler… Ne bunlar? 

İslâm’ın emrettiği tesettür bacılar, sadece bedeni örten bir örtü değildir. İslâm tesettürü geniş düşünmüş. “Min celâbîbi- hinne” buyuruyor Cenâbı Hak, cilbab kadını tepeden tırnağa örten bir örtüdür. İslâm tesettüründe cilbab ile kadın dışını tepeden tırnağa örtüğü gibi Cenâbı Hakk’ın buyurduğu takva ile de duygularını, düşüncelerini, ahlâkını, kimliğini, kişiliğini de örtmesi gerekir. Edepsiz bir bayandaki örtü tarladaki korkuluğun elbise giymesinden farksızdır. Bayan her şeyini örtmek durumundadır. Çünkü bayan her şeyiyle ziynettir. Her şeyiyle, sadece vücut hatlarıyla değil, korunması gereken bir varlıktır.

Bugün örtülü bayanların dışarıda yaptıklarına bakın, rezillik. Peki, bunlar böyle görüldüğünde “hem örtülü hem böyle” denilmeyecek ve bu İslâm’a mal edilmeyecek mi? İslâm düşmanları bunu malzeme olarak kullanmayacaklar mı? “Bakın işte Müslümanlar böyle.” diyecekler. 

Öyleyse çok ciddi bir seferberlik başlatmak zorundayız. İçeride ve dışarıda Allah’ın emrettiği şekilde örtünmeye çevremizi davet etmeli, teşvik etmeliyiz. Biz öyle örtünmeliyiz, çevremizi öyle örtünmeye teşvik etmeliyiz ve biz ahlâkımızı güzelleştirip çevremize örnek olmalıyız. 

Dışarıdakiler örtülü değiller, bacılar kusura bakmayın. Emin olun açık olsalar o kadar dikkat çekici olmazlar. Başlarındaki örtüden başka açıklardan bir farkları yok. Kızın birisi bir çorap almış ayağına giymiş annesine gösteriyor. 

-Anne çorabımı beğendin mi? 

-Kızım ayağında çorap mı var senin? Çorap mı giyiyorsun? Çorap giyinmişliğinle çıplaklığın arasında hiçbir fark yok kızım, diyor annesi. Kız diyor ki,

-Fark var anne. 

-Ne fark var yavrum?

-20 lira, diyor… 

Çoraba 20 lira vermiş, aradaki fark çorabın parası… 

Ten rengi çoraplar, dar elbiseler. Evin içinde bile olsak biz Rabbimiz’in bizi her an gördüğüne inanmıyor muyuz? Biz ihsan sırrına erişmeye çalışıyoruz, dervişiz, sûfiyiz, muttaki olmaya azmetmişiz, çıtayı bir yerlere koymuşuz. Neydi ihsan? Allah’ı görürmüşçesine ibadet etmek ve O’nun sürekli bizi gördüğünü düşünmek. Bu düşünceden sıyrılmamız lazım evde de farklı giyinmek için. Eğer bu düşünce bizdeyse evde de farklı giyinemeyiz. Allah’ımız, melekler, ruhaniyetler… Bizi gören, bizi gözetleyen o kadar kalabalık var ki. “Dünya rahat yeri değildir.” buyuruyor Sultanu’l-Enbiya. Bunu düşünün bacılar. Bu anlamda bu dünya rahat yeri değildir. Dünya takvanın yani Allah’tan korkmanın yeridir. Korkan sakınır, korkan dikkat eder. Çok dikkat eder. Misal eşinizden, babanızdan korktuğunuz şeyler vardır. Ne kadar dikkatlisinizdir o konularda değil mi? Çok dikkat ediyorsunuz, niye? Huzursuzluk olabilir, farklı şeyler olabilir, kaldıramayacağınız sözler işitebilirsiniz, hoşlanmayacağınız hareketlerle karşılaşabilirsiniz. Bunun için dikkat ediyorsunuz. Allah için aynı dikkati, daha ziyade bir şekilde Allah’ın emirlerine gösterelim. Bu suçu kimseye atamayız bacılar.

Rabbimiz, Efendimiz (asv) vasıtasıyla örnek olacak ezvac-ı tahirat, Efendimiz’in güzide ailesi ve kızları ve onların şahsında kıyamete kadar gelecek bütün mü’mine, müslime, muvahhide bayanlara, bütün bayanlara hitap ediyor, Bismillah,

Yâ eyyuhe-nnebiyyu kul li-ezvâcike vebenâtike venisâ-i-lmu’minîne yudnîne ‘aleyhinne min celâbîbihin(ne). żâlike ednâ en yu’refne felâ yu’żeyn(e). Vekânellâhu ġafûran rahîmâ...
Kul, söyle li-ezvâcike  hanımlarına vebenâtike kızlarına, venisâ-i-lmu’minîne, bütün mü’min, ben inandım, benim Allah’ım Peygamberim var diyen bütün bayanlara söyle: yudnîne ‘aleyhinne min celâbîbihin(ne), kendilerini cilbab denilen, yani baştan ayağa örten, içini göstermeyen, hatları belli etmeyen, dikkat çekmeyen bir örtü ile örtünsünler. Böyle bir örtü ile sade, bol, kalın ve her yeri kuşatan, örten bir cilbab, bir örtü ile örtünsünler.  Bunun hikmetini de açıklıyor. żâlike ednâ en yu’refne, Niye böyle örtünsünler? Bir, Müslüman oldukları için, İslâm kimliklerini muhafaza etsinler. İki, bayan oldukları için. Müslümanlıkları, bayan, hanımefendi oldukları anlaşılsın, bilinsin, böyle tanınsınlar diye. Yani bunlar iffetli, namuslu, erdemli, hayalı, münevver, müzeyyen hanımefendilerdir. Böyle bilinsinler. en yu’refne Böyle tanınsınlar. felâ yu’żeyn(e), her türlü eziyetten, cefadan, psikolojik baskılardan, kötü akan salyalardan, muzur gözlerden korunsunlar diye. Bakın örtünün hikmetlerini açıklıyor. 

Peki, bugün dışarıda örtünen bayanlar bu anlamda korunmuş mu? Şehvete davetiye çıkarmıyorlar mı? Merak uyandırmıyorlar mı? Yüzü, gözü boyalı, boya küpüne düşmüş sanki zannedersin ki sulu boya resmi yapmışsın. Ayetle uyuşuyor mu? 

Vekânellâhu ġafûran rahîmâ. Onlar böyle yapar, böyle dikkat ederlerse hasbelbeşer gözden kaçırdıkları, unutarak ihmal ettikleri bir nokta olursa Allah onlar için bağışlayıcıdır. Allah onların bu çabalarını, bu gayretlerini, bu temiz niyetlerini nazara verir. Sehven atladıkları, gözden kaçırdıkları noktaları Allah bağışlar. Kime bu müjde? Cilbablıya. Cilbabı beş yüzden fazla müfessir tefsirlerinde çarşaf olarak tefsir etmişler. Çarşaf, ferace bunlara yörelerde değişik isimler söyleniyor. Erzurum’da ihram diyorlar mesela. 

Bacılar Cenâbı Hak bizi bize bırakmıyor. Bizim mutluluğumuz için ne gerekiyorsa onu bize bildiriyor. Peki, kim Allah’tan daha iyi bilebilir? Modacılar mı? Bugünün gündemlerini belirleyenler mi? Kim bizi Allah’tan daha çok sevebilir? “Canım siz bizi öcü yapmak istiyorsunuz!” Mantık böyle diyebilir. İtici olmamalı, Müslüman bir hanımefendi çekici olmalı diyorlar ya, İslâm itici oluyor. 

Bakın Resûlullah (asv); “Evinden çıkarken koku sürüp sokağa çıkan bir bayan evine döndüğünde cünüptür.” buyuruyor. İşte çekicilik bayanı cünüp hale getiriyor. Kokunun özelliği ne? Çekici olmak. Şimdi evlerimizde şifonyerimizin üstü deodoranlarla dolu. Ter önleyici, bilmem ne önleyici… Bunları evde kullanmıyoruz özellikle sokağa çıkarken hemen fıslıyoruz. Ama Resûlullah buyuruyor ki; “Evinize döndüğünüzde cünüpsünüz, gusletsin o bayan.” 

Çekici olmuştur; erkeğin gözlerini, şehvetini üzerine çekmiştir. “Allah önce baktırana, sonra bakana lanet eder.” buyuruyor Peygamberimiz. Önce baktırana yani bayana, sonra bakana, erkeğe lanet eder. Şimdi biz ilahiyatçı profesör olarak bayanlara tavsiyede bulunuyoruz; “Çekici olun, itici olmayın; kolaylaştırıcı olun, zorlaştırıcı olmayın…” Ben bunları imanınıza arz ediyorum. Size böyle olun diye bir baskı yapmak için söylemiyorum. İmanınıza, irfanınıza konuşuyorum. Karar sizin. Fatıma, Âişe, Hatice, Sevde, Hafsa, Zeyneb, Ümmü Gülsüm olabilirsiniz… First lady de olabilirsiniz. Tercih sizin… 

Ama gelin eğri oturalım doğru konuşalım; türbanla tesettürü birbirinden ayıralım. Tesettür kapsayıcı ve bayanı içi ile dışıyla ele alan bir olgu. Türban sadece saçı örten bir örtü. Bu ikisi farklı. Türban belki Müslüman bir bayanın ev içinde kullanabileceği bir örtü. Bakın Nur Sûresi’nde; “Başörtülerini omuzlarının üzerine alsınlar, göğüslerini örtecek şekilde örtünsünler.” buyuruyor Cenâbı Hak. Bu ev içindeki kıyafetlerimiz. Dışarı çıkarken “Dış örtülerini, cilbablarını üzerine alsınlar.” buyuruyor Cenâbı Hak. Mü’mine bir bayanın içliği ayrı, dışlığı ayrı. Evin içindeki kıyafetini de bakın tarif ediyor. Orada da bizi bize bırakmıyor. Evde şöyle giy, böyle giy değil, “Evde de başörtülerini göğüslerinin üzerine salsınlar.” buyuruyor. Bunu türban olarak kabul edebiliriz ama bu örtü dışarıda giyilecek bir örtü değil. 

“Efendim ben üniversiteye gidiyorum!” Allah sana üniversiteye git, diye bir emir vermedi ki, Müslüman ol, İslâmca yaşa emrini verdi. Ahirette de sana sormayacak niye sen üniversite okumadın diye. Böyle bir sual ile karşılaşmayacaksın. Ama niye Allah’ın istediği gibi örtünmedin diye soracaklar. Müslüman’dın da niye İslâm’a göre örtünmedin, bunu soracak. “Üniversitede herkes öyle türbanlı idi. Başını örtüyor, başka yerlerini açıyordu ben de ondan böyle oldum.” diyemeyeceksin orada. Böyle bir mecburiyetin, böyle bir kulluk görevin yok. 

Şimdi biz bu hale gelmeyi büyük bir kazanım olarak görüyoruz günümüzde. Bu da ayrı bir sıkıntı. İnancımızın gereğini yaşamak gibi en tabi hakkımız olan bir hakkı birilerinin ötesini berisini makaslayarak kuşa çevirip bize vermelerini biz büyük bir kazanım olarak görüyoruz. Mal bulmuş harami gibi, hazineye kavuşmuş gibi seviniyoruz; “Ya bakın bize ne özgürlükler verdiler.” Bunun karşılığında nelerimizi aldılar yahu. Başımızı örtü ile örttüler ama başımızın içini boşalttılar. Kafamızda bir şey yok; bilgi yok, irfan yok, ahlâk yok… Bakın, nelerimiz gitmiş? Şimdi biz güya örtünme özgürlüğünü kazandık. Okulda, şurada, burada örtünebileceğiz ama bu örtünün şeklini de yine onlar belirliyor. Tavşankulağı bağlarsan diyor, orasını burasını iğnelemeyecek böyle bağlamayacaksın, diyor. Böyle bağlarsan siyasal İslâm oluyor. Böyle bağlarsan Anadolu örfü oluyor. Geçenlerde bir parti, memleketin bir yerinde başörtüsü dağıtmış. Diğer partililer, kendi arkadaşları buna hücum etmişler; “Biz bu memleketten örtüyü kazımak isterken, tarihin derinliklerinden bugüne örtü düşmanlığı yaparken sen örtü dağıtıyorsun…” Dağıtan adam kendini savunuyor; “Ben örtü dağıtmadım. Örtünmeye ben de karşıyım. Ben tülbent dağıttım. Tülbent bizim örfümüz. Anadolu’da herkes tülbent takar, yaşmak dağıttım ben örtü değil, diyor. Yaşmak, bizim kültürümüz bizim örfümüz ama tesettür, İslâm’ın emri ona karşıyız. 

Biz bunu bir özgürlük kabul ediyoruz seviniyoruz ve diyoruz ki ya şu partililere bak ne kadar değişmişler, ilerlemiş, mesafe kaydetmişler… Bu çok acı. Bu bir özgürlük, bir hak veriş değil. Bu, karşılığında birçok şeyi elimizden alıp kendi belirledikleri şeylere bizi mecbur etmeleri… Biz mü’minler, mü’mineler olarak bununla da mücadele edeceğiz. Siz bize modayı dayatıyorsunuz. Bizim modamız İslâm. İslâm’sa bize moda olarak, en güzel anlamında takvayı gösteriyor. 

“...fe-inne ḣayra-zzâdi-ttakvâ...” buyuruyor Cenâbı Hak. Takva en hayırlı azık, en hayırlı süstür. Zâd bir anlamda da ziynettir, bir anlamda azıktır. Takva en güzel süs, en güzel, en doyurucu, en kalıcı azıktır. İslâm’ın modası. Tercih sizin. 

Cenâbı Hak hepimize hakkı hak görüp ittiba etmeyi, batılı batıl görüp ne surette karşımıza çıkarsa çıksın onu tanıyıp, maskaralıklarını anlayıp ondan ictinab edebilmeyi nasip eylesin. Âhir akıbetimizi hayreylesin. İslâm’ı en güzel şekilde öğrenmeyi, anlamayı, yaşamayı, yaşatmayı nasip eylesin. Cenâbı Hak mü’minlere bayanıyla erkeğiyle, firaset, basiret, hidayet, istikamet ve nusret ihsan eylesin. Âmin diyenleri Cenâbı Hak iki cihanda emin eylesin.

 

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR