ÖLÜ YIKAYICISININ ELİNDEKİ ÖLÜ DEĞİL, İSMAİL (A.S) GİBİ OLMAK

Soru: Ölü yıkayıcısının elinde ölü gibi olun siz bunu kabul etmiyorsunuz. İsmail (a.s.) gibi olun buyuruyorsunuz.

Cevap: Tabi, ölünün iradesi yok çünkü. İradesiz olan bir insana sen her şeyi yapabilirsin. Tasavvuf iradenin eğitimidir. İnsan iradesini hayra yönlendiren ve iradeyi eğiten bir müessesedir tasavvuf. Murat iradesizlik değildir, eğer iradesizlik murat olsaydı Allah bizi iradesiz yaratırdı. Zaten "irade-i kül" var ayriyeten bir daha "irade-i cüz" olmazdı. İnsanın değeri iradesiyledir. İnsan yaptığı tercihleri ile imtihandadır, o tercihlerin neticesinde not alacaktır. Bunun için insanı meyyitleştirirsen yani öldürürsen ondan daha bir fayda sağlayamazsın. İnsanı yaşatarak eğiteceksin.

Bunun en güzel örneği de Hz. İsmail. Aklı başında, iradesi yerinde İbrahim aleyhisselamın bıçağı önünde “Beni kes ki itaat edenlerden, sabredenlerden bulursun”  buyuruyor. İşte teslimiyet bu. Ölü gibi teslim ol derken ölü zaten teslim, gibisi yok. Ölüyü sağa çevir niye çeviriyorsun demez, sıcak dök niye döktün demez soğuk dök üşüdüm demez. Murat bu değil.

Çünkü insan akıl sebebi ile, iradesi sebebiyle, yaşam sebebi ile muhatap. Bunları insandan kaldırdığında muhataplık kalkar. İnsan o zaman Hakk'ın muhatabı olmaz. Dolayısıyla da bir şeyle mükellef olmaz, ona teklif olmaz. Teklifin olmadığı bir yerde ondan teslimiyet bekleyebilir misin?

Bunun için kabul etmiyoruz. Evet bu bir misal olarak böyle denmiş "gassalin elindeki meyyit gibi ol", ama asliyyette böyle değil. İbrahim’in elindeki İsmail ol, Hakk'ın emrini anlayarak teslim ol. İsmail başına ne gelecek biliyordu babasının onu keseceğini biliyordu ve babasına diyordu ki "Gözlerimi bağla senin yüzüne bakarım da can havliyle babalık şefkati galeyana gelir bıçağı çalamazsın, Allah’ın emrine asi olursun. Gözümü bağla ellerimi bağla." diyordu İsmail. "Ben de nefis taşıyorum endişe eder senin ellerini tutarım. Yapacağın işi yapamazsın o zaman."

Zaten zor durumda İbrahim (a.s.) her ikisini de Cenabı Hak imtihan ediyor. İbrahim İsmail’i kesme teşebbüsü ile, Allah’ın emrini yerine getirmek için, kesme teşebbüsü ile imtihanı kazanıyor. İsmail de İbrahim’e gösterdiği teslimiyetle imtihanı kazanıyor.

Tasavvuf her şeyin kemal noktasıysa, öyle inanıyoruz, öyleyse teslimiyet noktasındaki örneği kemal noktasından vermek zorundasın. İsmail gibi irade ile yani anlayarak, bilerek, şuurlu, bilinçli bir şekilde"kime, niçin teslimiz, nasıl teslim olmalıyız, bu teslimiyetin neticesinde ne husule gelecek"bunları bilerek olursa bu teslimiyettir.

Misal gözleri âmâ bir insanı her yere götürüsün, gel seni çok güzel bir yere götüreceğim dersin ama adam görmüyor diye böyle taşlık, kayalık, mezbelelik bir yere götürüp burası gülistandır desen, eyvallah der. Çünkü görme imkânı yok. Ölü böyle işte. Ölünün teslimiyeti bu kadar. Ama gören bir insana bunu yapamazsın. Bunun için örneklerimiz kemal noktasından ve gerçekçi olmalı.

Diyarbakır müftüsü vardı Allah rahmet eylesin Mehmet Uyanık isminde hocamız, çok titiz biri Diyarbakır'da hocalar bundan çok korkuyorlar. Tasavvufa da çok karşı muarız biri. Hocalar onun korkusundan pek gelip gidemiyorlar dergâha. Allah lütfediyor hocaefendi kendi kalkıp geliyor. Raşid Efendi hayatta, hatmeye oturacağız; müezzin, şimdi Konya’da Konevi diye meşhur olan Muhammed Efendi, taşları da o dağıtıyor. Müftü efendiyi de hatmeye oturduğunu görünce tanıyor. Menzil ekolünde tarikat vazifelerini yerine getirmeyen insanlar hatmeye giremezler. Şartları yapmayanlar gusletmeyenler hatmeye oturamazlar.

Şimdi bu müftü, bir de her müftü değil yani bu Muhammed hoca. Molla Muhammed buna nasıl desin ki hatmeden çık, sen şart yapmamışsın, tarikat almamışsın, sen bu halkaya oturamazsın. Dese kıyamet kopar, itiraz eder, kendince delil getirir.

Raşid efendiye baktı adam oturuyor ne yapayım. Raşid Efendi otursun, dokunmayın diye işaret etti hoca oturdu. Molla Muhammed diyor ki "Hatme esnasında gözlerinizi açmayın, gözleriniz kapalı tutun..." Müftü Efendinin oradaki o cevabı benim hoşuma gitti onun için menkıbeyi söylüyorum. Molla Muhammed "Hatme bitene kadar gözlerinizi kapalı tutun" deyince o hemen ayağa kalktı dedi ki

-Şeyh efendi altmış senedir gözümüz kapalı uyuyorduk biz. Buraya geldik gözümüz açılsın diye. Hâlâ senin mollaların kalkıp bize diyorlar gözünüzü kapatın. Gözümüzü kapatırsak ne göreceğiz. Allah’ı Teâlâ ayetlerde hep gözünüzü açın; "ela ela ela - açın gözünüzü, açın gözünüzü," diyor; Hoca bize diyor ki "Gözünüzü kapatın!"... Vallahi ben kapatmam, ben bakacağım diyor.

Ben gülmeye başladım dedim güzel; hocanın işi bitmiş...

Gözünü kapatmadı hatmeyi yaptık. Bana emir buyurdular ki sen bunla ilgilen... Hocayla arkadaş olduk. Üç beş gün dergâhta kaldı. O ne, bu ne, bu niye böyle, o niye böyle... diye çok soru soruyor.

Neticede teslim oldu, ders aldı.

Dedi ki; ben Şah-ı Hazne'ye gittim bana elini uzattı. Herkes elini öpüyor. Ben elini tuttum ona dedim ki,

-Ben senin elini niye öpeceğim? Eğer sen âlimsin diye ben senin elini öpeceksem ben senden âlimim, sen benim elimi öpeceksin. İlminden dolayı senini elini öpeceksem bunu sende biliyorsun ilmim senden fazla. Yok, sen şeyhsin diye benim elini öpmemi istiyorsan müritlerin sana şeyh diyor bana göre şeyh değilsin. Ben senin şeyh olduğunu kabul etmiyorum. Senin yaşın benden büyük diye elini öpeceksem İslam öyle bir şart koşmuyor ki illa yaşlı birinin elini öp. Hangi meziyetten dolayı senin elini öpeyim?

Şahı Hazne bana dedi ki,

-Allah razı olsun bunları bana söyledin sen benden âlimsin ilmin benden fazla dolayısıyla büyüklük ilimledir. Sen aynı zamanda da benden büyüksün, büyük olduğun için ben senin elini öpeceğim. Eğildi diyor benim elimi öptü...

Elimi öptü ama benim ciğerime bir hançer soktu.

Bunu bana nefsim yaptırdı biliyorum Ben Şahı Hazneye elimi öptürdüm...

Yine anlatıyor; Ben Şeyh Maşuk'a geldim Bitlis, Norşin'de onun da elini öpmedim. Şeyh Abdulhakim’i görmedim, Raşid Efendi'yi gördüm diyor.

Bu sefer ben dedim ki,

-Seyda ne düşünüyorsun? Dedi,

-Öyle görünüyor ki Şeyh M. Raşid bana elini öptürecek. Dedim,

-Seyda el öpmekle dudak aşınmaz. Elini öpersen nefsin bu kadar aşağı eğilir, o da senin ayağını öper...

Hakikaten gitti Raşid efendinin elini öptü.

Ve ona da söyledi; ben Şahı Hazne'ye elimi öptürdüm. Şeyh Maşuk'un yanına gittim onun elini öpmedim. Sen bana ne yaptın. Raşid Efendi dedi ki,

-Keşke benim de elimi öpmeyeydin ben senin elini öperdim.

Müftü efendi diyor ki,

-Bir babanı (Ğavsul Azam Abdulhakim Bilvanisi Hazretlerini) görmedim, onu görseydim elini öper miydim, öpmez miydim bilmiyorum. Ben müftü efendiye dedim ki,

-Seyda eğer onu görseydin değil elini ayağını altını öperdin. Onun ayağının altını öperdin yani. O ne Şahı Hazne'ye benzerdi, ne Şeyh Maşuk'a benzerdi, ne Muhammed Raşid'e benzerdi.

Müftü efendi intisap ettikten sonra ayrıldı bir ay geçti geçmedi trafik kazasında vefat etti. Ruhunu teslim etti... Allah Rahmet etsin.

Onun o cevabı benim hala kulağımda çınlar. "Uyuyorduk uyanmaya geldik. Siz bize halen diyorsunuz ki gözünüzü kapatın."

Onun için uyanık insanın teslimiyeti makbul. Düşünebilen insanın teslimiyeti makbul. İrad edebilen insanın teslimiyeti makbul, iradeyle olmalı teslimiyet. Ölünün bir idaresi yok.

Cenabı Hak bile emri şeriflerinde bizden teslimiyeti isterken bizi düşünceye davet ediyor. Şu örnekleri, şu misalleri size hep düşünesiniz diye gösteriyoruz buyruluyor. Düşünesiniz diye “Ve tilkel emsalü nadribüha linnasi le'allehüm yetefekkerun” bütün bu misaller size düşünmeniz için veriliyor.

İşte o düşüncenin neticesinde teslimiyete karar verin, samimi Müslüman olmaya kara verin, Allah’a güvenmeye karar verin ondan sonra teslim olun. Ölü gibi olun buyurmuyor Cenabı Hak, dip diri olun buyuruyor. Bu din diriler için. Dinin ölülere yönelik çok fazla bir şeyi yok, teklifi yok. Ölü direk zaten Allah ile muhatap, onun işi Mevla ile ama din diriler için. Bu yüzden de teslimiyet düşünebilen insanın, hareket edebilen insanın, gayretkar insanların amelidir.


Soru: Bir burası vardı bir de pervanenin ateşe gitmesi... Bu aşkta da irade var mı? Yoksa ateşin cezbesi mi zaten pervaneyi kendine çeker. Makbul olan bu mudur yoksa oradaki gibi istenen bir irade mi gereklidir?

Cevap: Şimdi gidişte irade gerekir. İrade ateşe gidene kadardır. Oradan ötesi artık muraddır, irade ile olmaz. Pervane ateşin ışığını uzaktan görmüştür hoşuna gitmiştir, merak etmiştir orada ne var. Oraya yaklaşır sonra geri dönmek ister. Harareti onu sarınca sıcaklık basınca geri dönmek ister ama daha dönemez. Ateş onu artık çekmeye başlar. Aklı geri dönmek istese de gönlü onu ateşe doğru iter.

Aşka kadar irade, aşkta ve aşktan ötede irade yok. Allah Resulü'nün Miracında değişik vasıtalarla Sitre'ye kadar teşrif ediyor Cenabı Peygamber. Orada akıl var, irade var, vasıtalar var... Orada Burak, Refref, Cebrail... gibi değişik vasıtalarla geldiler. Sidretül Münteha'dan öteye bunların hiçbiri yok. Akıl da yok. Çünkü oradan ötesi tarif edilmemiş. Miraç'da birçok ayrıntılar anlatılmış ama Sidretül müntehadan ötesi tarif edilmemiş, sadece bildiğimiz "Kabe kavseyn ev edna" O yakınlık ne kadar bir yakınlık o yakınlığın şekli biliniyor ama o yakınlıkta neler olmuş onlar bilinmiyor, yok. Niye yok? Orada irade yok da ondan.

İrade yok derken Fahri Âlemin iradesi yok. Yani müridin iradesi yok. Orada "Yurid'in" iradesi var; Çekenin, cezbedenin, davet edenin mutlak iradesi var. Onun da zaten anlaşılması mümkün değil.

Aşkta irade olmaz. Aşk akıl işi değil. Belki akıllı işi zaten aklı olmayanın aşkı da olmaz. "Akıllı işi" ama "akıl işi" değil.


Aşkın tek örneği var. Çünkü aşk mahlûk/yaratılmış bir şey değildir. Aşk katıksız bir sıfatı ilahidir. Allahu Teâlâ’nın ezeli sıfatlarındandır.

Hz. Mevlana’ya sormuşlar "Aşk nedir?" "Ol da gör." demiş. Aşkın örneği ancak yine maşuğun kendisidir. Çünkü dedik ya aşk mahlûk değilse ona bir örnek gösteremeyiz. Allah’a yeryüzünde bir misal gösteremeyiz. Dense ki Allah nasıl? Neyi örnek gösterebiliriz ki?..

Aşkın da örneği yine maşuğun kendisidir. Onun kâinata nazarı, tecellisi, bakışı, kâinattan muradı... Olsa olsa Sultanul Enbiya aleyhissalatü vesselam aşığın örneğidir. Aşığa onu misal gösterebiliriz.

Aşk Hakkın kadim sıfatıdır, âşık da Sultanul Enbiyadır. O ilişkiyi anlayabilirsek "Ahmed" ile (asm) "Ehad" (cc) arasındaki farkı, manayı o nüansı anlayabilirsek aşkı anlarız.

"Ahmed", "Ehad"... Arada bir harf var.

Ondan dolayı bu kaside çok manidardır;

Nuri vechindir Habibim kıbleyi ulya bana

Kâbe dîdârın, yüzündür Mescid-i Aksa bana...

Ahmed ile Ehad arasındaki "mim" harfi aradan çıkarınca farklı görünüyor. Her şey o harf...

Şair demiş ya

Sıfatın söylerem korkarım azam demezem...

Âşığın örneği Muhammed aleyhisselamdır, aşkın örneği Cenabı Hakkın zatıdır.

 

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 EKİM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR