Babanzade Ahmed Naim

BABANZADE AHMED NAİM

Osmanlının son döneminde yaşamış olan âlim, mütefekkir, mütercim Babanzade Ahmet Naim’i bu kifayetsiz yerde, haddimiz olmayarak ele almaya çalışacağız. Maksadımız bilhassa Müslüman gençlere örnek teşkil edecek bu ilmi şahsiyeti, bir ufuk seyri içerisinde anlatmaktır. Allah bizi muradımıza erdirsin ve çalışmamızı hayırlı eylesin.
Öncelikle merhumun hayatını kısaca öğrenelim:
1872 yılında Bağdat’ta doğdu. Babası son asrın tanınmış ilim ve idare adamlarından Mustafa Zihni Paşa’dır. Tahsiline Bağdat’ta başlayan Ahmet Naim, Bağdat rüştiyesinin orta kısmını bitirdikten sonra İstanbul’a geldi. Galatasaray Sultanisi ve Mülkiye Mektebi’nde okudu. Bir ara Hariciye Nezareti Tercüme Kalemi’nde çalıştıktan sonra Maarif Nezareti Yüksek Tedrisat Müdürlüğüne getirildi. (1911–1912) Galatasaray Sultanisi’nde Arapça okuttu.(1912–1914) Maarif Nezareti Telif ve Tercüme odası üyeliğinde bulundu (1914–1915); bu görevini Darülfünun’un lağvedilmesine kadar (1933) aralıksız sürdürdü. Bu tarihte üniversite yeniden kurulurken açıkta bırakıldı.
Bu değerli şahsiyet İstanbul’da 13 Ağustos Pazartesi günü öğle namazının ikinci rekâtında Allah’a en yakın olduğu anda, secdedeyken Cenab-ı Hakk’ın rahmetine kavuştu. Kabri Edirnekapı mezarlığında Mehmet Akif Ersoy ve Muallim Cevdet’in yanındadır.
Babanzade Ahmet Naim orta boylu, kısa ve az sakallı, çenelerine doğru sakalı kıtça, tatarımsı simalı, tatlı bakışlı, bazen durgunca, çok kere yumuşak edalı, samimi, alçakgönüllü bir zat idi.
Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy ashabtan sonra en sevdiği kişi olan Babanzade’yi: “Kuvvetli bir iman ve seciye sahibi, inandığına sonuna kadar sadık, riyasız halis bir Müslüman… Kaba sofuluktan arî salâbet… Edebiyat ve musikiden zevk alır. Hoş sohbet, bulunduğu mecliste meşrebine muarız adamlar olsa da onlara tatlı tatlı konuşur, zarif nüktelerle meclise şetaret verir… Soğukkanlılığını muhafaza eder, hissiyatına mağlup olmaz. El-hâsıl: bir insan-ı kâmil.” olarak görürdü. Yine Akif Babanzade’nin güvenilirliğine işaret ederek şöyle söylemiştir: “ Hamdi ( Elmalılı Hamdi Yazır) ve Naim, bunlar sika’dandır, ne derlerse öyledir, sözleri senet teşkil eder.” Ahmet Naim erbab-ı ilim ve irfanla teması pek severdi. Sormasan malumatını söylemeyen ve dinlemesini bilen bir insandı.
İlmi derecesi çok yüksek, ilmiyle amel eden ve amelinde halis olan bir âlimdi. Medrese tahsili görmediğinden kendi kendini yetiştirmiştir. Arapçası, Farsçası ve Fransızcası mükemmeldi. Doğu ve Batı kültürünü tam manasıyla hazmetmiş bir insandı. Mithat Cemal onun hakkında şöyle diyor: “Başı iki kısımda: Şark, Garb. İkisi birbirine karışmayarak yan yana duruyordu. Ve Naim’i Avrupa’nın filozofları değiştiremediler. Bu filozoflara Naim şaşılacak kudretle nüfuz ediyordu; fakat bu filozoflar şaşılacak acizle Naim’e nüfuz edemiyorlardı.”
Ahmet Naim büyük bir felsefeciydi. Ünlü Fransız filozoflarından George Fonsgrive’in bir eserini “İlmü’n Nefs” adıyla Türkçeye çevirmiştir. Bu eserle 1900 felsefi terime karşılık bulan müellifimiz, devrin ilim erbabı tarafından takdirle karşılanmıştır. Muallim Cevdet Babanzade hakkında yazdığı eserde bu tercümeden övgüyle bahseder; “Yunan ıstılahlarına Arapça karşılık bulmakta çok isabet gösteren Huneyn bin İshak, Sabit bin Kure gibi Abbasiler döneminin parlak mütercimleri yanında on bir asır sonra Türk topraklarının yetiştirdiği meşhur riyaziyeci İshak Hoca’yı zikretmek ne kadar doğruysa, felsefi ıstılahlarda da Ahmet Naim’i tanımak ve onu Türk dilinde ikinci bir Huneyn olmak üzere kaydetmek son derece isabetlidir.”
Babanzade’nin ilmi şahsiyetini ön plana çıkaran diğer bir yönü de usta bir muhaddis oluşudur. Ahmet Naim’in bu yönü, İslam âlimlerinin çoğunun Kuran-ı Kerim’den sonra en önemli kaynak diye nitelendirdiği Sahih-i Buhari’nin Tecrid-i Sarih Tercümesi’ne yazdığı mukaddimede ortaya çıkıyor. Yazdığı 500 sayfalık bu mukaddime, son derece önemli ve oldukça geniş bir hadis usulü kitabıdır. Merhum bu eşsiz mukaddimeden sonra Tecrid-i Sarih’in iki cildini daha tercüme etmiştir. Maalesef bu muazzam eseri tamamlayamadan ömrü tamamlandı. Daha sonra bu tercümeye Prof. Dr. Kamil Miras devam etmiş ve bitirmiştir.
Siyasi anlamda “İttihad-i İslam” fikrini savunan Ahmet Naim İslam kardeşliğine zarar veren asabiyye fikrine doyurucu açıklamalar getirmiştir. Asabiyye fikrini yorumlayarak dini açıdan kabih görülen anlayış ve müstahsen görülen anlayışları birbirinden ayırmıştır. Bununla beraber Türkçülük cereyanlarına Türk olmadığı için cephe aldığı ileri sürülen Ahmet Naim, İslam birliği açısından sakıncalı bulduğu Arap İttihat Kulübü’nün isim ve kuruluşunu da tenkit etmiştir. Kavmiyet ve cinsiyet davası gütmeyi İslam’ın varlığı için kanser kadar tehlikeli bulmuş, bunu “yabancı bir bid’at”, “Frenk hastalığı” olarak nitelendirmiştir. Ve bu hususta İslam’da Davay-ı Kavmiyet adında mühim bir eser yazmıştır.
Babanzade Ahmet Naim yeri doldurulamayacak yüksek bir şahsiyet idi. Onun ölümü İslam coğrafyasında büyük bir kayıp oldu. Nitekim kadim dostu Mehmet Akif onun ölümünden sonra şunları söylemiştir: “Bizim biçare Naim’in aniden vefatı beni çok sarstı. Evim barkım yıkılmış da ben altında kalmışım sandım. Bu zavallı şark öyle kıymetli vücutları bundan sonra çok zor yetiştirir. Bilemiyorum, hükümet hesabına tercüme etmekte olduğu Tecrid-i Buhari son bulmuş muydu? İnşallah nakıs kalmamıştır. Çünkü öyle bir tercüme başka hiçbir babayiğidin harcı değil.” Bir secde anında vefat eden Ahmet Naim’in ölümü dostlarını ve sevenlerini derinden sarstı. Yine çok yakın bir dostu olan ve kendisinden Fransızca dersi alan Elmalılı Hamdi Yazır onun ölümüne, yazdığı şiirde şöyle yanmaktadır: “Secdeden gitti Hüda’ya Naim.”
İnşallah Babanzade Ahmet Naim’i bir nebze olsa da tanıtabilmişizdir. Allah bu değerli ilim adamının himmetine bizleri nail eylesin ve böylesine mümtaz şahsiyetleri örnek alarak izlerinden yürümeyi nasip etsin.
Yazımı Babanzade’nin aziz dostu Mehmet Akif’in, Babanzade daha hayattayken kendisine ithaf etmek istediği ama Safahat’a direk aldığı Secde adlı şiirin son bölümüyle bitirmek istiyorum:
“Kıyılmaz lakin Allah’ım bu gaşyolmuş yatan vecde…
Bırak, “hilkat”le olsun varlığım yek-pare bir secde!”